CRADLE TO CRADLE = VIRTUOUS CIRCLE = ZOOPHARMACOGNOSY
BEŞİKTEN BEŞİĞE = ERDEMLİ DÖNGÜ = HAYVANLARDA DOĞAL TEDAVİ
'Tarihsel Süreci İçinde C2C'nin İzini Sürmek' Konsept Projeler Dergisi Temmuz / Ağustos 2014 sayısında >>
'Tarihsel Süreci İçinde C2C'nin İzini Sürmek' Konsept Projeler Dergisi Temmuz / Ağustos 2014 sayısında >>
Karada yaşayan bitkiler ve hayvanlar, 400 milyon yıl önce
görülmeye başladılar. Hayvanlar, bitkilerin dokularını ve enerji depolarını
sömürmek üzere evrimleştiler. Buna karşılık bitkiler, içinde toksinlerin de
bulunduğu birçok savunma sistemleri, yol ve yöntemler geliştirerek kendi evrim
süreçlerinde kendi varlıklarını korudular ve ürediler.
Bu toksinler, bitkinin büyümesi, hayatta kalması ve üremesi
için kritik bir önemi olan yapraklar gibi bazı organlarda çok yüksek yoğunlukta
görülürler. Bitkinin çıkarları için vazgeçilmez olan tohumların yayılması
amacına hizmet etmek üzere, otçul hayvanlar tarafından tüketilmek için
evrimleşmiş olan olgunlaşmış meyveler gibi diğer organlarda ise düşük
yoğunluktadırlar.
Kafein, nikotin, kokain ve esrar gibi bitkisel
uyuşturucular, toksinlerin alt grubuna aittir ve otçul hayvanların sinir
hücrelerindeki sinyallere müdahale etmek, sinyalleri birbirlerine karıştırmak, sinyalleri
anlamsızlaştırmak üzere evrilmişlerdir. Bu toksinler, otçul hayvanlar için
yaşam desteği veya ödül değildirler; tam
tersine, otçul hayvanları bitki tüketiminden vazgeçirmek için üretilirler.(01)
İnsanlar olarak biz, pekçok şeyi kendimize bahşedilmiş
olarak hazır buluyor ve alıyoruz. Her ne zaman bir boğaz ağrısı çeksek, yüksek
ateşle yatağa düşsek, mide ağrısı ile dehşete kapılsak, ağrılar içindeki
vücudumuzla hemen arabamıza atlıyor ve doktoru görmeye gidiyoruz. Hayvanların böyle bir lüksleri yok. Bunun
yerine evrimsel anlamda uzmanlaşıyorlar ve topraklar, mineraller, karada veya su
içinde/kenarında yaşayan her türlü bitkiler ile tabiatın sunduğu diğer bütün çareleri
deneyimliyor,
sezgileriyle edinerek içselleştirdikleri bilgileri içgüdüleriyle
nesilden nesile aktarıyor, ağrılarını/acılarını
iyileştiriyorlar.(02)
İnsan olmayan omurgalıların kendi kendilerini ilaçla tedavi
ediyor olabilecekleri (self-medication) düşüncesi ilk kez Daniel H. Janzen
(1978) tarafından ortaya atıldı (03 & 04). Günümüzde, bazı hayvanların,
belirli bitkilerin, toprakların, böceklerin kendi hastalıklarını tedavi edici
özelliklerini bilmelerine, bu bitkileri doğada arayıp bulmaları ve
kullanmalarına Zoopharmacognosy
deniliyor. Bu terim, Cornell Üniversitesinde biochemist ve profesör olan Eloy
Rodriguez tarafından türetilmiş.(05 & 06)
Dünyanın her yerinde, efsanelerde ve halk öykülerinde,
tanrısal veya tabiat üstü özelliklere ve kuvvete sahip pek çok hayvandan
bahsedilir. Amerika’nın güney batısında Navajo’lar arasında, kültürlerinde bir
hayli saygın ve çok ulu bir hayvan ruhu olarak yer alan ayının, ilaç olarak
kendilerine Ligusticum porteri(07) bitkisini verdiği söylenir. Gerçekten de
Kuzey Amerikan kahverengi ayıları ile Kodiak ayılarının, bu bitkinin kökünü
çıkarmak için toprağı kazdıkları, çiğnedikleri ve ağızlarından çıkardıkları
özsuyu bütün yüzlerine ve kürklerine sürdükleri bilinir.(08)
Doğa, kendi başına adeta bir ilaç dolabı. Bu nedenle biz
insanlar, hem doğayı birlikte paylaştığımız hayvanları ve hem de doğanın
kendisini korumak zorundayız. Zoopharmacognosy henüz tam anlamıyla olgunlaşmış bir
bilim dalı değil fakat istisnasız herkes tarafından bilinmesi, öğrenilmesi
ve doğal ortam ile biyolojik
çeşitliliğin korunmasının söz konusu olacağı istisnasız her projede mutlak
surette göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bu hassasiyet, sadece doğal ortamın
ve içinde barındırdığı biyolojik çeşitliliğin estetik güzelliğini korumak amacı
ile sınırlandırılamaz. Kuş seslerini artık duyamıyacak olmanın ötesinde,
insanın kendi türünü devam ettirip
ettiremeyeceği problemi ile de karşı karşıyayız. Çünkü doğal çevre ile
biyolojik çeşitlilik, kuş seslerinin ve rengarenk çiçek bahçelerinin ötesinde,
gözlerimizle göremediğimiz ve duyularımızla algılayamadığımız pek çok tehlikeyi
de içinde barındırıyor. Neredeyse atom seviyesinde mikroskobik bir hayat var ve
sayısı belirsiz mikrop, virüs, parazit çeşitleri, dengesi bozulacak bir ortamda, insanın sonu olabilir. Biz, yaklaşık
400 milyon yılda oluşmuş bir dengeyi, birkaç on yılda bozmak konusunda dev
adımlar attık. Günümüzde, iki veya üç
nesil sonra neler getireceği bilinmeyen,
genetiği değiştirilmiş gıdalarla beslenmeye zorlanıyoruz.(09) Gıdaların
genetiğinin değiştirilmesindeki temel amaç, bitki zararlılarına (ve
kuraklılığa!..) karşı önlem almak ise, 400 milyon yıldır bu bitkiler nasıl
hayatta kalabildiler, sorusuna ciddi bir cevap vermek gerekiyor. İnsana
tiksinti verebileceği iddia edilebilir, hatta insan yiyecek olursa ölümcül
hastalıklara kapı aralamış da olabilir fakat bir solucan, toprağı havalandırıp
verimliliğini arttırıyorken ve üstelik doğal ortamda kendisi ile beslenen bir
tavuk yenildiğinde insanı asla zehirlemiyorken, zoopharmacognosy konusunda
bilgisiz ve/veya duyarsız olmak nasıl açıklanabilir?
Cradle to Cradle felsefesi, benim deyişimle “erdemli döngü”
işte tam burada insanın aklına düşmeli: hayvanlarla tabiat arasındaki ilişki (zoopharmacognosy),
400 milyon yıllık doğal bir süreç. İnsanoğlu bu sürecin neresinde, hangi
tarihte sahneye çıktı, bilimsel anlamda kesin bir cevabı yok. Dinsel inançlar
doğrultusunda farklı tarihler olabilir ama
tartışmak gerekmez, çünkü insan mutlak doğruyu asla bilemez. Fakat bilinen ya da düşünen herkesçe kabul
edilecek basit bir gerçeklik var: insanoğlu sahneye çıktığından beri dünyayı
kirletiyor. Giderek uzmanlaştığı bilim ve teknoloji ile ürettiği eşyalar, alet-araç-barınak vb.
bütün elemanlar ile, gerek üretirken ve gerekse kullanım sonrasındaki
atıklarıyla,
dünyayı bir çöplüğe çeviriyor. Hayvanlar ile tabiat
arasındaki 400 milyon yıllık sürece ve dengeye hiç katılmadığı gibi, bu
dengenin her iki tarafındaki elemanlara da zarar veriyor. İşte burada, katkıda
bulunmak bir yana (ki imkansız!..) hiç değilse bilim ve teknolojisi ile bu
dengeye daha fazla zarar vermesin diye, Cradle to Cradle (Erdemli Dönüşüm)
felsefesi devreye giriyor. “Hiç değilse daha fazla atık üretmeyelim, artık
yeter!..” çığlığı bu.
Atıkların, kabul edilebilir düzeylere kadar azaltılması
yolunda ilk adım, 1965 senesinde Amerikan Kongresi’nde kabul edilen “The Solid
Waste Disposal Act (SWDA)” kanunudur. Avrupa kıtasında ise atıklar konusu,
İsviçreli mimar Walter Stahel ile Genevieve Reday tarafından yazılan ve
Brüksel’deki Avrupa Komisyonu’na 1976 yılında sunulan bir araştırma raporunda,
ilk kez dile getirildi. ‘The Potential
for Substituting Manpower for Energy’ isimli bu raporda yazarlar, circular economy
(döngüsel ekonomi) adını verdikleri bir taslak ekonomi modeli üzerinden iş
yaratma, ekonomik rekabet, kaynakların korunması, atıkların önlenmesi
konusundaki öngörülerini dile getirdiler. Bu rapor, 1982 senesinde ”Jobs for
Tomorrow, the Potential for Substituting Manpower for Energy” adıyla bir kitap
olarak yayımlandı. Günümüzde bu faktörler, sürdürülebilir kalkınmanın 3 temel
direğine gönderme yapıyorlar: ekolojik, ekonomik ve sosyal uyumluluk(10).
Bu dergide yayınlanan “Tarihsel Süreci İçinde C2C’nin İzini
Sürmek” adını verdiğim yazı dizisini, bu üçüncü bölümü ile burada
sonlandırıyorum. Gerçekten ciddi ve hatta minik anlamıyla akademik bile
sayılabilecek bu dizi ile, kendi varlığının bilincinde ve sorumluluğunda olan
bütün okurların bu konuya
dikkatlerini çekmek istedim. Çünkü inanıyorum ki bu problem,
yediden yetmişe topyekün, bütün dünya insanlarının ortak bir endişe ile
sahiplenmelerini gerektirecek kadar ciddi ve ertelenemez. Tepeden aşağı değil,
aşağıdan tepeye doğru, bütün insanların bilinçlendirilmesi gerekiyor.
Yazabilenler yazarak, konuşabilenler konuşarak, sanatçılar eserleriyle... Evde,
işyerinde, seyahatte... Anneler ninnileriyle... Hepimiz “bana ne!..” deme
lüksüne sahip olmadığımızı birbirimize her fırsatta hatırlatmakla yükümlüyüz. Siyasi
erkten ve ekonomik egemenlerden öncülük bekleyerek umursamaz bir tavır koymak,
eşyanın tabiatına aykırı olur çünkü her iki güç de tabanlarına göre davranmak
zorundadırlar. Elbette uyarmak ve doğruyu göstermekle, yapmakla yükümlüdürler ama ata sözümüzde dendiği gibi “ağlamayan
çocuğa mama verilmez!..” Üstelik,
dizinin ilk bölümlerinde de bahsettiğim gibi, siyasiler oy almaya ve ekonomik
egemenler para kazanmaya mecburdurlar: onlara bu garantileri veremezsek, ilk
adımı onlardan beklemeye hakkımız olabilir mi?..
Özlem Devrim
Endüstri Ürünleri Tasarımcısı & Trend Uzmanı
@trendssoul
http://www.trendssoul.blogspot.com/
http://www.ozlemdevrim.blogspot.com/
Kaynaklar:
01. http://journal.frontiersin.org/Journal/10.3389/fpsyt.2013.00142/full
02. http://news.mongabay.com/2011/1127-hance_zoopharmacognosy.html
03. http://www.ias.ac.in/resonance/Volumes/13/03/0245-0253.pdf
04. http://en.wikipedia.org/wiki/Daniel_H._Janzen
05. http://en.wikipedia.org/wiki/Zoopharmacognosy
06. http://en.wikipedia.org/wiki/Eloy_Rodriguez
07. http://en.wikipedia.org/wiki/Ligusticum_porteri
08. http://jinrui.zool.kyoto-u.ac.jp/CHIMPP/CHIMPP.html
09. http://tr.wikipedia.org/wiki/Geneti%C4%9Fi_de%C4%9Fi%C5%9Ftirilmi%C5%9F_organizmalar
10. http://ozlemdevrim.blogspot.com.tr/2014/06/tarihsel-sureci-icinde-c2cnin-izini.html