Tasarım kavramı, belli bir hedefe/amaca/ihtiyaca... yönelik planlı/sistemli... düşünce ve bu düşünceyi hayata geçirme / uygulama / anlatma... çabası ile bir yol/usul/yöntem... araştırma / bulma / kullanma... eyleminin (genel bir) ifadesidir. Tasarım, hedefi olan “bilinçli bir akıl” eylemidir ve bu yönüyle –insanlar da dahil- bütün canlılarda var olan içgüdüsel (bilinçsiz) davranışlardan tam anlamıyla farklıdır (içgüdüsel davranışların zıddıdır). Tasarım, aklın, alet kullanma yeteneğinin (de) bir ifadesidir. Bugün insanlık, kendi gelişimini (de) anlamak için, hayvanların (örneğin, kargaların/maymunların) alet yapmaktaki hünerlerini incelemekte; kalıtımsal olmayan (ve bu yönüyle içgüdülerden tamamen farklı) tasarım yeteneğinin “öğretilebilirliğini” sınamaktadır.
İnsanlığın, (işlevsel) tasarım yeteneği (ve kendi elleri/emeği) ile ilk üretiminin, çakmak taşlarını parçalayarak elde ettiği bıçağı(!) olduğu söylenebilir. Sonrasında, binlerce yıl boyunca yapılan her şeyin tek bir açıklaması vardır: her nesil, kendisinden öncekini taklit etmiş ve çoğu zaman, gördüğünün üzerine bir ilave de yap(a)mamış ve hatta yapma gereği de duymamıştır. Alet yapmış ve bu aletleri (çok uzun bir) zaman içinde (yavaş yavaş) geliştirmiş olsa da değişen hiçbir şey olmamış, aletleri hep kendisi kullanmış ve her seferinde gene kendisi yapmıştır. İşte, insanın kendi (ve beslediği hayvanların) enerjisinden başka enerjiyi kullanmayı bilmediği, yani “işlevsel tasarım yeteneğini yeterince kullanmadığı” daha doğrusu “kullanmaya gerek görmediği” çünkü “el emeği ile doğadan alabildiklerinin kendisine yettiği ve kendisinin de doğa ile barışık olduğu” bu dönemler, günümüzde “endüstri/sanayi öncesi” olarak adlandırılmaktadır.
“Endüstri/Sanayi” kavramına bir bakış
Endüstri/Sanayi kavramı, insanın “enerjiyi dönüştürmek için kullandığı / uyguladığı / ürettiği... araçları ve bu araçlar ile hammaddeleri (seri olarak) işlemesi eylemini” ifade eder. Bu anlamda ilk endüstriyel araç, rüzgar enerjisini dönüştüren “yel değirmenleri” ve ilk endüstriyel ürün de bu araçla buğdaydan elde edilen “un” olur. Rüzgardan sonra dönüştürülen ikinci enerji, akar su enerjisidir. Bu ikinci enerjinin dönüştürülmesi ile yapılan makinelerle, dokumacılık/tekstil sektörü de “sanayileşir”. Anlaşılacağı gibi, insanın iki temel ihtiyacı, karnını doyurmak ve örtünmek zorunluluğu ile akıl harekete geçmiş ve (işlevsel) tasarım yeteneğini kullanarak ilk enerjiyi dönüştüren araçları üretmiş ve bu yolda kullanmıştır. İşte bundan sonrasında (saf tahtadan yapılan bu ilk dönüşüm araçlarının yetersiz kalması üzerine), demir cevherinin ergitilerek bu araçların yapımında kullanılması düşünülmüş/uygulanmış ve giderek (suyun buharlaşma enerjisini de dönüştürmeyi ve kullanmayı öğrendikten sonra) bugün anladığımız/algıladığımız biçimde makineleşme (/sanayileşme) başlamıştır.
“Endüstriyel Ürün” ve Sanatsal Tasarımla İlişkisi
Hiç şüphe yok ki bugün, makinelerle (ve seri olarak) üretilmemiş her hangi bir ürün bulmak hemen hemen imkansızdır; pratikte her şey bir “endüstri ürünü”dür. Artık ürünler, üretmenin değil ticaretin ön plana çıktığı günümüzde, başka bir kriter ile değerlendirilmekte, içlerinde sanatsal tasarım öğesinin olup olmaması ile kategorize edilmektedirler. Artık günümüzde un ile ekmek ve tabak üçlüsü arasında, her üçünün de endüstriyel ürün olmasının (benzerliklerinin/aynılıklarının) ötesinde, üretimlerindeki sanatsal tasarım öğesinin varlığı (farklılıkları) ile ilişki kurulmaktadır. Bu anlamda tasarım kavramı da artık “farklılaşmış/özelleşmiş” ve böylece, bu yazının ilk cümlesi de içeriğine italik olarak eklediğim artılarla “tasarım kavramı, ürünü satmaya (belli bir hedefe/amaca/ihtiyaca...) yönelik mühendislik disiplinleri ile sanatı birleştiren (planlı/sistemli...) düşünce ve bu düşünceyi en seri/ucuz üretme (hayata geçirme / uygulama / anlatma...) çabası ile bir yenilik/değişiklik/buluş (yol/usul/yöntem...) araştırma / bulma / kullanma... eyleminin ifadesidir.” şekline bürünmüş olur. Sanayileşme öncesindeki “tasarım” tamamen işlevsel bir amaç (kol emeğine dayalı salt fayda) gütmekte (yani salt –fakat ilkel- mühendislik amaçlı) iken sanayileşme sonrasında kendi zıt kutbunu (farkını) yaratmış (yaratmak zorunda kalmış) ve böylece “tasarım” artık sanatsal içeriği ile gelişmiş mühendislik disiplinleri altında tamamen “ticari bir amacın aracı” da olmuştur.
Tasarım kavramının “ürünü satmaya yönelik düşünce”ye (yani ticari bir amaca) yönelerek dönüşmesi/bölünmesi/farklılaşması, ürünün, talepten daha fazla üretildiği ve piyasada rekabet olduğu anlamına gelir. Rekabetin temel silahı ise ucuzluktur ve (insanın en temel ve en doğal yeteneği olan) tasarımın, sanayileşmenin süregeldiği/olgunlaştığı süreçte olduğu gibi salt işlevsel (yani salt mühendislik tabanlı) olarak kalması, hem zaman hem pazar ve hem de maliyetler üzerinde aşırı bir baskı yapması ile imkansız hale gelir. Ürünü ucuzlatabilecek tek yol, şüphesiz ki yeni mühendislik teknikleri geliştirmektir fakat bu uzun soluklu ve masraflı yolda yürürken ürünü de piyasada satmak ve böylece zaman kazanmak daha doğrusu piyasadaki pazar payını da kaybetmemek (ve üretimi finanse etmek) gerekir. Bunun en etkili ve ucuz yolu, ürünün kabuğunda (rekabetin dayattığı zaman aralıklarında) estetik değişiklikler yapmaktır. İşte bu nedenle, tasarımın iki farklı kutbu, işlevsel ve sanatsal tasarım (yani mühendisler ile endüstri ürünleri tasarımcıları) birbirlerinden ayrılamazlar, beraber çalışmak ve işbirliği içinde olmak zorunlulukları vardır.
Endüstriyel Ürünlerde “Alanlar Kuramı”
Buğdayın fabrikalarda (sanayide) öğütülmesi ile üretilen un, yukarıda açıklamaya çalıştığım şekilde, kendi başına (ticaret kapitalizminde) bir “endüstriyel ürün” olarak kabul edilmez. Fakat, ambalaj içine konan ve market raflarında yerini alan un, artık bir endüstriyel üründür çünkü ambalajı ona bir “kimlik” kazandırmıştır. Ancak, bu ambalaj, endüstri ürünleri tasarımcısının değil, grafik tasarımcısının (salt sanatsal) bir eseridir ve aynı şekilde, mühendislik disiplinleri ile de bir ilgisi/ilişiği yoktur. Bu anlamda/mantıkla düşünüldüğünde, bütün tarımsal ve kimyasal ürünler ile petrol (ve her türlü yakıt) türevleri, her ne şekilde üretilmiş ve pazara sunulmuş olurlarsa olsunlar, endüstri ürünleri tasarımcısının ilgi alanı ve konusuna girmezler.
Ben, endüstriyel ürünlerin “otomotiv, beyaz eşya, mobilya...” gibi sektörlere ayrılarak incelenmesini, kusurlu/eksik ve hatta tamamen yanlış buluyorum. Çünkü bu tür bir gruplandırma, meslekler arasındaki “alan kaymalarını” açıklamakta yetersiz ve anlamsız kalıyor. Bu yazı sonunda verdiğim tabloları, tamamen kendi anlayışım (ve bu eleştirim) doğrultusunda tanzim ettim. Bu tabloların, burada göstereceğim şekilde okunması, hem “endüstri ürünleri tasarımının ne olduğu” ve hem de global pazarlarda “ülkemizin sosyo-ekonomik durumunun anlaşılması” konusunda okura (inanıyorum ki) çok daha açık bir görüş ve fayda sağlayacaktır.
(Tablo: I) basit ürünleri gösterir. Ürünleri "basit" olarak adlandırmamın sebebi, tek bir parçadan yapılmış olup-olmamaları gibi "niceliksel" bir değerle ilintili değildir; gerek “enerjiyi dönüştürmemeleri” gerekse tek bir kişi tarafından imalata hazırlanabilmeleri (hatta imal edilebilmeleri!) şeklindeki "niteliksel" özellikleri nedeniyledir (yani doğrudan projeleri ile ilgilidir; daha detaylı bilgi için Makinatek Dergisinin Eylül 2004 sayısındaki Endüstriyel Ürünlerde Enerjinin Dönüşümü adlı yazıma bakabilirsiniz). Bu "alt alan" grubuna giren ürünlerin hepsi, istisnasız bütün sanatsal eğitim veya eğilimlere sahip (amatör veya profesyonel) tasarımcılar tarafından tasarlanabilirler. Prestij ürünlerinin büyük çoğunluğu bu gruptadır. Meslekler arasındaki alan kaymalarında öne çıkan ürünlerin (hemen) hepsi ile (sergilerde ve) yarışmalarda konu edilenler, bu gruptadırlar. Örneğin, tasarımcı için "kanape / kapı kolu / kahve takımı veya yatak odası" tasarlamak açısından tek farklılık, tasarımlarını (n imalatını) kimin yapacağıdır; en fazla, (yapımcı tarafından) minik (zorunlu teknik) düzeltmeler olacaktır, daha fazlası değil. Bunun yanı sıra, bu ürünlerin bazıları (örneğin, diş fırçası, fotoğraf makinesi, çaydanlık vb) günümüzde alan değiştirmiş ve (tablo:3) kapsamındaki “enerjiyi dönüştüren ürünler” olarak da adlandırabileceğimiz “bileşik ürünler” grubuna geçmişlerdir.
(Tablo: II) ile gösterilen ürünler ise, tıpkı "Tablo:I" kapsamındaki ürünler gibi istisnasız her tasarımcıya konu olabilirler ancak, bu tasarımların gerek teorik aşamalarında ve gerekse pratik (üretim) aşamalarında (yani projelerinde) kesinlikle mühendislik bilgi ve birikimi (disiplini) ile gözetimi (desteklenme/yönlendirilme) gerekir. Bu özel durumları ile (genellikle) sadece "endüstri ürünleri tasarımı" eğitimi almış (veya pratikte ihtisaslaşmış) bireylerin veya (sanatsal yeteneklere sahip) mühendislerin başarılı olabilecekleri "ihtiyaç" ürünleri olarak öne çıkarlar. Ben bu alanı, (tasarımcısı açısından) çok kesin sınırlar içermediği için, "orta alan" olarak değerlendiriyorum.
(Tablo: III) bileşik ürünleri gösterir (bu kavram, ürünün "sökülür-takılır" birden çok parçadan oluşmasını değil, ürünün “enerjiyi dönüştürdüğünü” ifade eder). Bu ürünlerin tamamı, mutlak surette konusunda uzmanlaşmış atölye veya fabrikalarda ve ilgili mühendis ve mühendislik disiplinleri (ve gerekli teknolojik donanım) ile tasarlanır ve üretilirler. Bu grup içinde, ülkemizde hiç yapılamayanlar olduğu gibi, küçük bir kısmı merdiven altlarında bile imal edilebilecek kadar basit olanları da vardır. Hemen hemen büyük çoğunluğu, katma değeri çok yüksek ve hem tasarımcıların ve hem de mühendislerin özel olarak ihtisaslaşmalarını ve birlikte çalışmalarını gerektiren (pek çoğu ne yazık ki ithal edilen) ürünlerdir. Ben bu alanı "orta-üst alan" olarak adlandırıyorum çünkü bu alan, endüstri ürünleri tasarımcılarına göre "üst" alandır fakat mühendislere göre "orta" alandır. Ülkemizin kalkınması, bu orta-üst alanda, endüstriyel tasarımcı ile mühendisin işbirliğine bağlıdır. Fakat pratikte (sonuç bölümünde açıklayacağım gibi) en büyük tökezlenme(!) de bu alanda çıkmaktadır.
(Tablo: IV) ile gösterilen grup listelerinde ise, endüstri ürünleri tasarımcılarının pek ender olarak (otomotiv sektörü?) projelerinde yer aldığı, hatta pratikte asla yer bulamayacakları (ve gerek de olmayan), ağırlıklı olarak (ve tamamen) sadece mühendisler tarafından ekonomiye kazandırılan
üst-alan ürünleri vardır. Bu alan, özellikle "tıp, araçlar ve ağır iş makinaları" listelerinde ekonomik ve teknolojik olarak geri kaldığımız ve ithalatını yaptığımız ürünlerle doludur.
Tabloları Yorumlamak
Tabloları, soldan sağa doğru (en solda bir olarak) yanyana dizecek olursanız, soldan sağa doğru gelişen bir "ekonomik / teknolojik değerlendirme" şeması elde etmiş olacaksınız. Biraz düşünecek olanlar, ülkemizde, ekonomik ve teknolojik yetersizliğimizden kaynaklanan, sağdan sola (üst alandan alt alana) doğru bir "akış" olduğunu hemen fark edeceklerdir. En sağda (tablo:4) yer alan (çoğu kendi kendisini kopyalayabilen) ağır iş makineleri ile inşaat ve savunma sanayilerinin can damarını oluşturan araçların nerede ise tamamının yurt dışından ithal ediliyor olması, bu makineler/araçlar üzerinde eğitim görmüş mühendislerimizin pek çoğunun işsiz kalmaları ile sonuçlanmakta, en değer vermemiz gereken (ve en çok faydalanabileceğimiz) beyinler, sol taraftaki orta-üst alana doğru hareketlenmekte, baskı yapmak zorunda kalmaktadırlar. Ne yazık ki bu alan da onlara iş sağlayabilmekte yetersizdir çünkü en yüksek katma değere sahip ürünler (bakım+spor ve digital ürünler) mühendislerin kendi üst alanlarında da olduğu gibi, yurt dışından ithal edilmektedir. Bu, aynı zamanda, endüstriyel ürün tasarımcısının da işsiz kalması veya eğer iş bulma şansı varsa, mühendisle rekabete girişmesi(!) anlamına gelir.
Bir numaralı tabloda yer alan ürünlere doğru, dışardan (alan kaymaları şeklinde: alaylılar, grafikerler, ressamlar, heykeltraşlar, modacılar, mimarlar... tarafından) inanılmaz bir akış vardır (ki gelişmiş bir ekonomide bu bir zenginliktir!) ve içerden, (tablo:4)den (mühendislik disiplinlerinin en gelişmiş olduğu alandan) gelen baskı ile bu iki kuvvet, özellikle (tablo:1'deki) cam/seramik ve ahşap sektörlerinde bir anafor yaratmaktadır. Ne yazık ki, (tablo:1) deki alanda bile yerli tasarımcı ile mühendisin şansı ithal ürünler karşısında giderek zayıflamakta, örneğin bir “Çin” istilası yaşanmaktadır.
Şüphe yok ki (desteklenmeyen, teşvik edilmeyen) sermaye (KOBİ), tek kişiye iki iş yaptırmayı tercih edecek olursa (başka çaresi var mıdır?), endüstriyel tasarımcıyı "işsiz bırakmak", mühendisi "kaldıramayacağı bir yük altında bunaltmak" ve kendisini ise "rekabete dayanamayan ürünleri ile çaresiz kalmak" kısır döngüsüne sokacaktır. Bu arada kendisine yapılan "markalaşma" telkinleri ve dayatmaları ise (markanın arkasında "ayakta durabilen bir ürün" olmadığı için), "tanındıkça batmak" gibi bir başka ekonomik açmaz yaratacaktır.
Özlem (Yan) Devrim
Endüstri Ürünleri Tasarımcısı
Marmara Üniversitesi, 1997
Bu makale Makale Bileşim Yayıncılık A.Ş ait Makinatek dergisinin Mayıs 2006 tarihli 103.ncü sayısında yayınlanmıştır.