© Özlem Devrim
Giriş
“Industrial Design” aslından dilimize uyarlanan “endüstriyel tasarım” kavramı, çoğu tüketici/halk kesimi tarafından hiç bilinmiyor olmak veya ancak bir sanat dalı olarak algılanmak bir yana , bilindiğinin sanıldığı mühendislik dünyası/piyasa/KOBİ’lerde bile çoğunlukla yanlış tanımlanmakta; anlam/algı karmaşası problemi yaratmaktadır. Yerli endüstri üretimi ile bu meslekte akademik eğitim almış insan kaynağının sağlıklı bir şekilde işbirliği içine giremeyişi,
a. Bu konuda akademik eğitim almış bireylerin, yüksek katma değer potansiyeline sahip ürünlerin özgün tasarımları için piyasadan yeterli ve hatta hiç bir talep gelmemesi (ki bu talep yetersizliği, yüksek katma değerli mal üreten fabrikaların azlığı ve mesleğin de tanınmaması kadar, mesleğin farkında ve bilincine varmış kimi şirketlerin ise, şöhret ve statükolarından faydalanmak üzere dışarıda fason tasarım yaptırtmalarından da kaynaklanabilir) üzerine, kişisel çabaları ile süsleme amaçlı/dekoratif/sosyal statüko belirleyici (sanatsal ağırlıklı) veya düşük katma değerli (çoğunlukla/bazen endüstriyel olmayan) ürünlerin tasarımlarına yönelmeleri ile yeteneklerinin yeterince değerlendirilememesine;
b. Endüstriyel üretim yapılan fabrika/KOBİ'lerde çalışan (az sayıda/şanslı) tasarımcıların, mesleklerinin bir sanat dalı olmadığı ve mühendislik disiplinleri altında yapılan bilimsel bir meslek olduğu yolundaki tanıtım ve talep yaratma çabalarının, kendi işyerlerinde başarılı olabilseler bile, piyasadaki yanlış tanımlanma ve endüstriyel tasarımcıların (yukarıda basitçe değinildiği gibi) yanlış konumlanması (konumlanmak zorunda bırakılmaları) pratiğinin, "sonuçtan sebep çıkarma" mantığı ile değerlendirilerek "karşı tez" halinde önlerine getirilmesiyle başarısızlığa uğramasına;
c. Akademik eğitim almış insan kaynağının değerlendirilmemesi sonucunda, yerli endüstriyel üretimin büyük bir bölümünün taklit / kopya / fason olmak döngüsünü aşamamasına;
e. Hayal kırıklığı yaşayan endüstriyel tasarımcıların, mesleklerini terk ederek mimarlığın alt alanlarına veya tamamen sanatsal ve bazen de tamamen ilgisiz alanlara kayması ile yüksek eğitimde israfa; sebep olmaktadır.
“Endüstriyel Tasarım” kavramı, mimarlık ve endüstriyel tasarım dünyasının dışındaki çoğu birey için, kavramda kullanılan kelimelerden her birinin özgün anlamının, o kişinin kültür/eğitim dünyasına göre kendince birleştirilmesinden/yorumlanmasından daha fazlası değil. Her iki kelimenin, bir sözlükte bulunabilecek özgün anlamlarının biliniyor olması yeterli değil; bir kavramı oluşturan kelimelerin çoğu kez yan yana geldiklerinde bu anlamlarını aşabilmek/ötesine gidebilmek, birbirlerine göre değişebilmek özellikleri de olabileceğini kabul etmek/bilmek gerekir. Bu meslekte yoğun sanat çağrışımları yapan kavram "tasarım" ve "tasarımcı" dır ve özel olarak incelenmesi, sanatla ilişkisinin açılması gerekir.
Sanat(sal) Tasarım ve Tasarımcı
Genel, kalın çizgilerle baktığımızda, “tasarım” kavramına yüklediğimiz ve çoğunlukla birbirine karıştırarak kullandığımız iki temel anlam vardır:
Birincisi; insanın, kendi beyninde/sanal aleminde/zihninde yaptığı özel bir eylemin, hedefi önceden belirli bir tür araştırma ve birleştirme eyleminin ifadesidir. Aklın, belli bir amaca yönelmiş, o ana kadar sahip olduğu görsel veya işitsel bütün bilgi/tecrübe/gözlem/malzemeyi yeniden ve sistemli olarak elden geçirmesi ve ayrıştırma/sınama/araştırma/birleştirme... gibi çeşitli yöntemlerle, yeni bir biçime dönüştürmek üzere "düşünmesi" faaliyetidir. Bu bir "iş" tir. Bu işin adı "tasarım/tasarımlamak/tasarım yapmak" dır. O halde tasarım, amaçlı bir araştırmadır. Hedefi önceden belirlenmiş "bilinçli" bir hayal kurma işidir: bu işin ortaya çıkardığı, düşünsel alanda (tamamen) sonlanmış bir "biçim"dir (burada, "tamamen" sıfatını parantez içinde kullanmamın nedeni, akıldaki bu ilk sonlanmış biçimin, ilerideki diğer aşamalarda zorunlu olacak gel-gitler ile değişime uğrayabileceğini önceden kabul etmek gereğine bir işarettir). Dikkat edilmesi gereken en önemli şey, eylem ile ürünün aynı (iç içe geçmiş) olmasıdır: tasarım burada hem bir "iş" ve hem de bir "soyut ürün"dür.
Tasarım kavramının ikinci anlamı, düşünsel alanda (tamamen) sonlanmış bir biçimin, pratikte bu biçimi herkesin okuyabileceği/görebileceği/duyabileceği/hissedebileceği/anlayabileceği/kullanabileceği bir tarzda/usülde/biçimde ifade edilmesidir. Soyut olanın somut bir yolla anlatılması, hayata geçirilmesidir. Bu ifade (anlatım), bir kağıt üzerinde bitmiş bir eser (hayata geçmiş/bitmiş bir tasarım: bir roman) olabileceği gibi, bir plan, bir proje veya bir kolye, bir çanta gibi bir eşya/ürün de olabilir.
Tasarımcı olabilmek için, aklın, düşünsel olarak sonlandırabildiği ve anlatabileceği bir biçim (eskiz,plan, model, maket vb) oluşturabilmesi gerekli ve (bire bir) üretmek zorunluğu da olmadığı için, yeterlidir.O halde, (düşünsel ürünlerini ifade edebilmenin yolunu/yollarını bilen) herkesin doğal olarak (az veya çok) tasarımcı olduğunu/olabileceğini (bu yeteneğe doğuştan sahip olduğunu) kabul etmemizde hiç bir sakınca yoktur. Eğitim, tasarımın temel bir girdisidir ancak düşünsel olarak önüne hedef koymuş bir insan, zaten kendisinde o yeteneği görmüş demektir ve eğitimini de kendisi bir şekilde almanın yolunu bulacaktır.
Tasarımın konusunun ne olduğunun bu anlamda bir değeri yoktur: makale, kitap, piyes, roman, senaryo, moda, alet, ev eşyası, elektronik eşya veya araba.... Her şey tasarımın ve tasarımcının konusudur ve amacıdır; işte sanat ile tasarımın tam olarak örtüştükleri yer burasıdır: ne sanat ve ne de tasarım, (konu açısından) sınır tanımazlar.
Yöntem açısından temel farklılıklarını, yani sanatın ve sanatçının "disiplinler üstü" ifade/anlatım biçimleri kullanmak konusunda tercih hakları (özgürlükleri) olduğunu fakat tasarımın ve (sanatsal) tasarımcının bu zorunluğa sahip (disiplinlere bağlı) olduğunu, içinde bir "kullanma değeri yaratma ve/veya çoğaltılma" çabası taşıdığını (taşıması gerektiğini) görmezden gelirsek, "her tasarımcı da aynı zamanda bir sanatçıdır" tezini öne sürebilir ve savunabiliriz. Doğal olarak her tasarımcının (her insanın) bir tasarımı veya hiç değilse bir tasarım hayali vardır da diyebiliriz. Bir tasarımcı (veya sanatçı) için en anlamlı cümlenin, "bu tasarım bana ait" veya "bunun tasarımı bana ait" cümlelerinden biri olacağını, bir ön yargı olarak kabullenmek, tüm insanlığı tasarımcılar olarak kucaklamak, ve tüm insanlık adına gurur duymak demektir.
Tasarım kavramı, beynin/aklın üç aşamalı faaliyetinin ifadesidir: düşünme işi, bu işin oluşu (süreci) ve ürünü (sonucu). Bunu, bir başka şekilde, şöyle de ifade edebiliriz:
Düşünme işi, beynin kendi içinde yaptığı amaçlı bir araştırmadır. Buna "hayal" aşaması da diyebiliriz.
Düşüncenin "oluş"una (sürecine) ise, düşüncenin "projelendirilmesi" diyebiliriz.
Düşüncenin sonucu ise bir "ürün"dür ki buna "imalat/yapım/üretim aşaması" da diyebiliriz.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli şey, ne bu üç aşamanın kendi aralarında ve ne de her birinin kendi içinde doğrusal/çizgisel bir hareket özelliği taşımadıkları/göstermedikleridir. Üstelik, hiçbir şekilde bu aşamalar arasında kesin sınırlar da yoktur; akıl, hayal aşamasından doğrudan üretim aşamasına da atlayabilir, üretim aşamasından projelendirmeye geri dönüş de yapabilir. Bu çalışma/düşünme biçimi, aklın, tasarım yaparken kullandığı, kendisine özgü bir kaostur. Tamamen aynı girdi ve şartlarla başlatılsalar bile, hiç bir kaos aynı süreçte ilerlemez ve aynı sonucu vermez. Başlangıcındaki en küçük bir farklı girdi veya şartlardaki en küçük bir değişiklik bile kaosu, zaten asla önceden bilinemez olan/asla bir öncekinin aynısı olmayan süreç ve sonuçlarından büsbütün farklılaştırır ve büsbütün farklı yerlere/sonuçlara götürür. Genellikle "ilham perisi" diye adlandırılan şey, herhangi bir yerinde (akıldaki) kaosa (istem dışı) eklenen bir farklı özelliktir. Her sanatçının, her tasarımcının özgünlüğü buradan kaynaklanır.
Sanat(sal) Tasarım ile Endüstriyel Tasarım İlişkisi
Aklın, (tasarım yapmakta kullandığı) kendine özgü bu çalışma şekli/prensibi, sanat(sal tasarım) ile endüstriyel tasarım arasında en önemli farklılığı da ortaya çıkarır:
Endüstriyel tasarım, bir meslek olarak, projelendirilme ve üretim aşamalarını mutlak surette, olmazsa olmaz bir şekilde "belli bir yönteme bağlamaya, belli bir disiplin içine almaya" çalışır, "diğer bütün disiplinlerle işbirliği içine girmeye" ve asıl önemlisi "ekipler halinde çalışmaya" zorlar. Sanatçının ve (sanatsal) tasarımcının yalnızlığına ve esnekliğine bir endüstriyel tasarımcı asla sahip olamaz; sanatçı gibi esnek (disiplinler üstü ifade/anlatım biçimleri kullanmakta tamamen özgür) ve yalnız ya da ancak bir (sanatsal) tasarımcı kadar disiplinlere bağlı (sadece bir kullanma değeri yaratmak ve/veya çoğaltılma değerini/çabasını/ümidini taşıyor) olmak, endüstriyel tasarımcı için bir hayaldir: böyle davranmaya çalıştığı ve tek başına (endüstriyel) tasarım yaptığı zamanlarda o sadece bir "ürün tasarımcısı/sanat tasarımcısı" olabilir. Ürünlerinin (eskizler, planlar, maketler, modeller ve hatta bitmiş halleri ile üretilmiş olsalar bile) ürünlerinin "seri" üretim niteliklerine (ki bu genellikle, bitmiş zannedilen formun tekrar tekrar değiştirilmesi anlamına da gelir) kavuşturulması endüstriyel tasarımcıların işi olur. Disiplinler altında çalışmak, ekipler halinde çalışmak demektir.
Endüstriyel tasarım da aklın bir düşünme faaliyetidir, bir iştir; "tasarım/tasarımlamak/tasarım yapmak" dır, fakat, doğal değildir. Tasarım kavramı, içinde sanatı da barındıran (tersinden de okuyabiliriz: sanat, içinde tasarım kavramını da barındıran) çok geniş ve doğal bir alandır. Bu alan üzerinde, sanayi devriminden sonra (veya birlikte) kurulmuş bir üst (veya, daha doğru olabileceği şekli ile, alt) alan var ki, tamamen yapaydır. İnsanlık, tarihini, en eski dönemlerinden bugüne sanat(sal tasarım) örnekleri ile doldurmuştur. En basit bir alet bile, az veya çok, bir (tasarım ve) sanat ürünü olmuştur çünkü hep elde yapılmıştır ve elde çoğaltılmıştır. Bugün, sanat (ve tasarım), dün olduğu kadar özgür değillerse bile, gene de varlar. Endüstriyel tasarım ise sanata (ve tasarıma) eklemlenmiş bir ekonomik işlevdir; farklılığı bir üretim yöntemi olarak, olmazsa olmaz bir şekilde "seri" olarak üretilmek zorunluğunu dayatmasındadır. Başlangıçtan bugüne ve yarına, bu dayatması asla bitmeyecek ve fakat giderek daha bir çeşitlenecek ve zorlaşacak "en"leri ile de hep var olacaktır: en hızlı, en ucuz, en ergonomik, en güzel, en küçük... fakat her zaman "en seri".
Endüstriyel tasarımı, diğer bütün bir tasarım alanından/dünyasından koparıp ayıran şey, işte bu "en"lerle ifade edilen özellikleridir. Sanat, hiçbir baskı ve yönlendirmeye boyun eğmemek, egemen olan her değere meydan okuyabilmek, eleştirel olabilmek, içinde sosyal/politik/psikolojik... çağrışımlar barındırabilmek, sadece estetik olmak iddiasını/keyfini taşımak... gibi nitelikleri, içinde/özünde barındırabilen bir dışavurum tarzıdır; teoride hiçbir "en" ile kısıtlanamaz (temel farklılığını bir kenara bırakırsak, aynı özgürlükler tasarım için de geçerlidir).
Burada, sanatın tarifini yapmak durumunda değilim; hatta, endüstriyel tasarımın bile tarifini yapmıyorum: ancak sanatın (sanatçının değil) o çok özgün ve sınırsız özgürlüğünü hatırlatmak ve endüstriyel tasarımcının özgün ve sınırsız (olabilecek) özgürlüğünün, "en"lerle nasıl kuşatıldığını göstermek istiyorum.
Sanatçı da şüphesiz bir tasarımcıdır veya tersinden de bakmak mümkün: tasarımcı da bir sanatçıdır. Böyle çok geniş bir açıdan ele alınacak olursa, endüstriyel tasarımcının da bir sanatçı olduğu söylenebilir/iddia edilebilir ve savunanlar da çok olabilir. Burada, mühendislik dünyasından dışlanan endüstriyel tasarımın, bu dışlamaya dayanak olan bakış açısındaki genişlikle doğru orantılı olarak, uzakta/bulanık/anlaşılmaz görünmesi gerektiğindeki normalliğin, mühendisliğin/bilimselliğin temel ilkelerine aykırı olarak inkar edilmesi gibi bir çarpıklık vardır. Yakınlaşmak/açıyı daraltmak çaba ve endişesini hiç taşımaksızın, bu meslekte çalışanların "bağımsız ve özgür sanat" yaptığını iddia etmek, bilimsel gerçeklikle çelişkiye düşmektir. Mühendisin dünyasına girip bu eksiğini/yanlışını göstermek ve kabul ettirmek çok kolaydır çünkü onlar zaten ellerinde mercekler ve kumpasla gezerler (onlara yön göstermek yeter). Bence ironik olan, doğrudan bu mesleğin içinde, bu mesleğin eğitimini almış bazılarının (çok değil, bir kaç kişinin) belki de bu eğitimi "güzel sanatlar" ana bilim dalının bir küçük tomurcuğu gibi algıladıklarından veya mühendislik disiplinleri ve mühendislerle çalışmak onlara çok zor ve ağır geldiğinden, bu mesleğin sanatsal ağırlığını ön plana çıkarmakta ısrarcı olmalarıdır.
"Endüstriyel Ürünlerde Enerjinin Dönüşümü" isimli bir yazımda (merak edenler, MakinaTek Dergisi Eylül 2004 sayısında veya internet ortamında www.turkcadcam.net/rapor/end-urun-enerji adresinde bulabilirler) endüstriyel ürünleri üç ana bölüme ayırmıştım. Endüstriyel ürün ve endüstriyel tasarımcı denilince akla ilk gelenler, küllük/şekerlik/şişe/çatal/kaşık/bebek arabası/sandalye gibi her nedense ve her zaman "düşük katma değerli" ve benim yaptığım ayırmaya göre "basit/iş üretmeyen/enerjiyi dönüştürmeyen" ürünler oluyorlar. Bu ürünlerin bir diğer özelliği de, "işlevselliklerinden vazgeçilemez fakat sanatsallıklarından/estetiklerinden vazgeçilebilir" olmalarıdır. Bir çatalın daha fazlasını istemek ile bir çamaşır makinasının daha fazlasını istemek arasında çok önemli farklılıklar vardır. Bu, bir başka yazı konusu olacaktır. Burada değinmekle yetineceğim özellik, endüstriyel tasarımın çoğunlukla (ve/veya sadece) bu grup ürünlerle uğraşıyor görünmesinin/uğraşmaya mecbur edilmesinin, doğrudan "sanatın bir kolu" olarak algılanmasında çok ağırlıklı bir yeri olduğuna işaret etmektir. Böyle görünüyor çünkü uğraşabileceği yüksek katma değerli ürünler üreten fabrikalar çok az. Mecbur ediliyor çünkü, talep sadece bu tür üretim yapanlardan geliyor. Mecbur oluyor çünkü bu tür ürünlerin mühendislik girdisi ya hiç yoktur ya da çok azdır. Sanayi ötesine geçememiş bir toplumdaki endüstriyel tasarımcı (eğer mesleğini yapmakta inatçı ise) bilgi çağını yaşamakta olan toplumların artık bir hobi veya tüketim çılgınlığı ile canları sıkıldıkça değiştirdikleri (basit: sanatsallıklarından/estetiklerinden kolayca vazgeçilebilir) ürünleri tasarlamak zorunda kalıyor çünkü daha ötesinde ne bir talep ve ne de üretim şansı göremiyor. Hal böyle olunca, meslek bir kısır döngüye giriyor çünkü bu ürünler sanayi ötesine geçememiş (ve çoğunluğunun satın alma gücünün düşük olduğu) toplumda fazla lüks (salt sanatsal) olarak algılanıyor ve meslek de sanatçılık olarak nasibini alıyor.
Sanatın tarifi ile sanatçının öznelliği her yerde ve her zaman örtüşebilir. Çünkü sanat "sınır tanımaz". Yukarıda saydığım sanata ait nitelikleri (hiçbir baskı ve yönlendirmeye boyun eğmemek, egemen olan her değere meydan okuyabilmek, eleştirel olabilmek, içinde sosyal/politik/psikolojik... çağrışımlar barındırabilmek, sadece estetik olmak iddiasını/keyfini taşımak...) bugün herhangi bir sanatçının eserlerinde uygulayabilmesi gerçekten bir cesaret ve ekonomik özgürlüğü gerektirebilir. Fakat sanatçı, toplumsal riskleri göze almış bir sanatçı, aykırı eserler verebilir ve küçük bir kesimden bile olsa, kabul ve beğeni de görebilir. İşte tam burada, bir endüstriyel tasarımcı da , böyle bir "özgün/aykırı sanatçı" gibi davranabilir. Öyle bir şey tasarlar ve hatta özgün ve tekil olarak da üretir ki bu, sayısal anlamda toplumun tamamı tarafından beğenilse bile üretim erkine sahip (sayısal anlamda çok küçük) bir kesim tarafından, ekonomik bir getirisi olmayacağından, sadece alkışlanır. Bir sanatçının amacı/gıdası sadece bu alkışlar ve (yapıtının seri olarak üretilmesindeki anlamsızlığın bilincinde ve belki ancak çoğaltılması ümidi ile) bir müşteri bulabilmek ve geçimini sağlayabilecek kadar para kazanabilmek düşüdür. Aynı davranışı gösteren sanatçı (sanat tasarımcısı) ile endüstriyel tasarımcı arasındaki fark, burada, amaçlarda ortaya çıkar. Sanatçının para (ve biraz da şöhret ve beğeni) kazanmak amacı ile yaptığı şeyi endüstriyel tasarımcı, amacına giden yolda bir "adım" olarak yapar. Şüphesiz her ikisi de tekil/özgün eserlerini satabilirler, şan ve şöhret de kazanabilirler. Ancak, bu düzeye geldikleri zaman, yolları ayrılır. Sanatçı, genel kabul ve beğenilere uygun veya aykırı davranmakta kişisel bir tavır/duruş ortaya koyabilir; amacı
özgün/aykırı/eleştirel... sanat yapmak ise, sanatın sınırsız özgürlüğü ile ekonomik sistemin dışında kalmak tercihine sahiptir. Oysa ki endüstriyel tasarımcı, "çoğaltılacak" değil "seri üretilecek" eserler vermek için yola çıkmış kişidir ve (başlangıçda) tasarımladığı/ürettiği özgün/tekil her bir eser, satılacak bir mal değil fakat kendisini egemen sermayeye yaklaştıran (onların dikkatini çeken, onlardan alkış alan ve onları, kendisini davet etmeye kışkırtan) bir adımdır. Sanatçı (sanat tasarımcısı) ile endüstriyel tasarımcının bu "endüstriyel olmayan ürün" tasarımları, her ikisi için de farklı bir anlam ve amaç içermektedir: Sanatçı, dilediği herhangi bir konuyu dilediği şekilde işlerken endüstriyel tasarımcı, endüstriyel bir ürünün "endüstriyel olmayan/resimleştirilmiş" bir çeşidini "çizer". Bir "ressam" gibi davranır ve ne yazık ki eğitiminde bile bazen böyle davranmaya özendirildiği de ara sıra duyulur. Şöhrete giden yola nasıl adım atılacağının değil de gerçekten mesleğin öğretilmesi bile bazen bu sapmaları önleyemez çünkü piyasa, açtığı yarışmalarla "ressam ağırlıklı" yetenekleri ortaya çıkarmakta
çok istekli davranışlar gösterebilir. İlgili kurum ve kuruluşlar, mesleğin tanıtılması uğruna bu davranışları desteklemek zorunda kalabilirler. Eğitim kurumlarının, fabrika ve KOBİ'lerle işbirliği içine girerek ayakları yere basan projelerle öğrencileri gerçek hayata hazırlamak konusundaki çaresizliği, endüstriyel tasarımın sanatçılıkla bir tutulduğu kısır döngüyü besler ve sonuçta hem öğrenciye ve hem de endüstriyel üretimin kendisine zarar verir.
Endüstriyel tasarımcı, sanatı, kendisine dayatılan "en"leri hayata geçirebilmek için "kullanmalı" öyle ki, teoride bile "asla ve hiçbir şekilde" bu "en"lere sırtını dönmemelidir. Bu anlamda, endüstriyel tasarımcı, sanatçı değildir fakat sanatı kullanır. "Ben çizerim, mühendis uygular" ön yargısı ve rahatlığı içinde, düşünsel alanında tamamen sonlandığını/sonlandırdığını zannettiği bir biçimi, daha sonraki hiçbir aşamada çaba sarfetmeksizin, aynı fabrikada beraber çalıştığı mühendise teknik resminin çizilmesi/projelendirilmesi ve üretilmesi için vererek bir kenara çekilmek ve ortaya çıkan ürünü de sahiplenmek, hem mesleğin kendi içinde ve hem de mühendislik dünyasında haklı bir yozlaşmaya sebep olur. Bir mühendis böyle bir cendereye girdiğinde ilk tepkisi, endüstriyel tasarımı, bırakın bilim dalı olmak bir yana, bir meslek olarak reddetmektir ve düşünebileceği en iyi şey, onun ancak bir "sanatçılık" daha da özeli "ressamlık" olabileceğidir. Kendi bünyesindeki elemanlarını (endüstriyel tasarımcılarını ve mühendis kadrosunu) tedarikçi gibi kullanan bazı şirketler ise, şöhretlerinden ve statükolarından çıkar sağlamak için dışardaki endüstriyel tasarımcılara, mimar veya tasarımcı/sanatçı/bağımsız tasarım bürolarına kabuk siparişleri verirler. Ekonominin kısa dönemli zorunlulukları ile bu tavır anlaşılır ve haklı olmakla birlikte (bu tür kişi veya kuruluşların, yüzeyde kalsa bile hemen her sektörle ilişkileri ve öyle geniş bir görüş açıları vardır ki tasarım dünyaları, memur mesaisi ile çalıştırılan meslektaşları ile kıyas kabul etmez) uzun dönemde, şirketler bu yükü kaldıramaz hale geleceklerdir. Şöhretin çizdiği çok satacak fakat şöhrete gitme/başvurma süresi de daima daha küçülecektir. Azalan karlılık şirketleri, kendi bünyelerine dönmek zorunda bırakacaktır. Buna paralel olarak, giderek artan teknoloji kullanımı ile içerden dışarı (forma) yapılan baskı ve formda küçülme zorunluluğu, dışardan bakanların form çizemeyecekleri kadar yüksek ihtisas gerektirecek ve şirketler artık şöhretlerden uzak kalacak, kendi içlerinde şöhret yetiştireceklerdir. (Belli sektörlerde uzmanlaşmış bağımsız profesyonellerden oluşacak tasarım bürolarının, tasarım süresini azaltmak (/ucuzlatmak) ve/veya şirketin tasarım ekibi çalıştırmasını gereksiz kılacak kadar uzmanlaşmak, tasarımın mekanik çözümlerinde şirket ekibinin yükünü hafifletmek, malzeme ve teknoloji kullanımı veya tavsiyesinde uzmanlaşmış olmak gibi artı değerleri şirketlere sunabilecekleri ölçüde önlerinin açık/parlak olacağına yürekten inanıyorum).
Bugün, böyle bir şirkette böyle tecrübe(ler) yaşamış/yaşamakta olan bir endüstriyel tasarımcı için, gelecek hakkında planlar yapmak gene de olasıdır, mesleğe sırtını dönmeyebilir fakat herhangi bir mühendis böyle bir "resim" ile karşı karşıya kalıp da teknik uyumu için uğraş verme zorunluğuna düştüğünde (ki mutlaka düşer) meslek çok şey kaybeder. Üstelik bir de formu değiştirmek/formla oynamak zorunluğu ortaya çıkar da mühendis, form sanatçısını uyarırsa, endüstriyel tasarımın bir meslek olarak hiçbir mühendislik disiplini ile organik bir bağı kalmaz ve sektörden dışlanır.
Öyle bir paradoks içine girilir ki bir mühendisin endüstriyel tasarım yapmaması gerektiğini iddia etmek, endüstriyel tasarımın bir sanatçılık olduğunu iddia etmek anlamına gelir.
Bir şair de bir tasarımcıdır; şiirleri matbaalarda çoğaltılır, kitaplar halinde seri üretimi (çoğaltımı) yapılır, fakat şiirlerine bir "en" ön koşulu koyulamaz. Çok fazla baskısı yapılmakla o kitaba/şiire daha kolay ulaşma yolu açılır fakat şiirin içeriği, anlamı, değeri ve mesajı değişmez. Dışarıdan kendisine dayatılacak her hangi bir "en" ile eser vermesi halinde, güdümlü bir sanat yapmış olur ki böyle bir tavır, bir sanatçıdan beklenmez.
Bir ressam, heykeltraş, müzisyen, yazar ... gibi sanat tasarımcılarını, herhangi bir şekilde "en"lerle bağlamak, onların hiç de arzu edebilecekleri bir şey değildir; bağımlılık yaratıcılıklarını köreltebilir. Oysa ki endüstriyel tasarımcının teknolojiye bağlı/bağımlı olduğunu ve buna rağmen kendisinden yaratıcılık beklendiğini de görmezden gelmek mümkün değildir; endüstriyel tasarım güdümlendirilir.
Şiir, kağıtlar üzerine yazılır ve çoğaltılır, müzik notaları da öyle. Bir heykel, alçı/tahta/metal/sentetik... onu yapan sanatçının tercih ettiği malzeme ile yapılır. Sanatçı/tasarımcı, dilediği malzemeyi kullanma özgürlüğüne sahiptir ve şaşırtıcı olan tarafı, malzemenin sanata/tasarıma hiç bir artı veya eksi değer getirmeyişidir. Şiirin çoğaltılması bir "en çok" özelliği taşısa da kağıdı ona bir değer katmaz; bu anlamda, örneğin bir heykelin "teklik ve özgünlüğü" ile ortak noktası, sayısallıkta değil fakat "değerini malzemesinden almıyor" oluşundadır. Oysa ki endüstriyel tasarım, malzemesi ile de sıkı sıkıya bağlıdır.
Moda tasarımcıları için bir elbisenin seri üretilmesi ilke olarak kabul edilse bile, en ucuz/en ergonomik/en hızlı... üretilmek gibi kıstasları kabul etmeleri halinde yapmış oldukları işin de özelliği/içeriği değişir, üniforma olur. Moda tasarımcısı da bir sanatçıdır, bu inkar edilemez. Fakat moda tasarımcısı "endüstriyel tasarımcı" değildir çünkü, moda tasarımı, endüstriyel tasarımın temel ilkesi "teknolojiye tamamen bağlı / bağımlı olmak" sınırlarını aşar, sanatın sınırsızlığı içinde gezer, teknolojiyi kendi istediği ölçüde kullanır ve hatta aykırı kullanma tercihi ile de özgün ve bağımsızdır. Teknolojiden, daha farklı kumaşlar veya daha nitelikli dikiş makineleri talebi vardır fakat “daha seri, daha ucuz, daha estetik, daha kolay, daha kullanışlı...” olmak gibi, düşünme faaliyetini "en" lere doğru zorlayan kuralları yoktur; "acaba bu üretilebilir mi?.." diye bir endişesi de hiç yoktur. Bir demirci, ister döverek şekil verdiği, ister fabrikasyon veya hurdalıktan topladığı parçaları kullansın, kendinden bir şeyler katarak yaptığı her bir eserinin bir sanatsal değeri olduğunu elbette iddia edebilir ve bir "heykeltraş" veya örneğin bir "ferforje tasarımcısı" olarak kabul edilmeyi hak edebilir. Fakat asla bir "endüstriyel tasarımcı" değildir. İstisnasız bütün sanatçılar ve bütün tasarımcılar, bir ön isim (bir tamlayan) kullanırlar: heykel sanatçısı (heykeltraş), resim sanatçısı (ressam), müzik sanatçısı (müzisyen), grafik sanatçısı (grafiker), moda tasarımcısı, saç tasarımcısı, şehir tasarımcısı... bu liste böylece uzayıp gider. Endüstriyel tasarımcıların bu listedeki yeri ise "obje tasarımcısı" diye geçer. Ben bu tanıma katılıyorum: bir tasarım alt alanı olmakla, bir tamlayan almak zorunluğu (veya keyfiyeti/şansı) da doğal olarak kabul edilebilir fakat şunu da kabul ediyorum ki bu tanım, konuya uzak olanların kafasını karıştırıyor ve konunun içinde olanlar bile kendi aralarında anlaşamıyorlar.
Sonuç
Tasarım kavramını/olgusunu, gerek projelendirilmeleri ve gerekse üretilmeleri açısından, "Tasarım Kavramı Üzerine Bir Deneme" adlı yazımda (merak edenler, internet ortamında www.turkcadcam.net/rapor/tasarim-kavrami.html adresinde bulabilirler) belirtmiş olduğum gibi, üç ana gruba ayırmak zorunluğunu hatırlatarak bitirmek istiyorum.
a. Salt Sanatsal Tasarım (projeleri): edebiyat / grafik sanatlar / tekstil / moda / resim ... gibi sanatlar.
b. Bilimsel Tabanlı Sanat Tasarımı ( projeleri): mimarlık ve endüstri ürünleri tasarımcılığı
c. Salt Bilimsel Tabanlı Tasarım ( projeleri): bütün mühendislik uğraşları.
Bu yazının genel amacı, sanat ve tasarım kavramlarını ortak/kaba özellikleri ve kalın çizgileri ile kısaca açıklamak ve endüstriyel tasarımın, bu koskoca tasarım/sanat dünyasındaki kendine özgü o farklı, küçük, etkili ve üstelik sınırları mühendislik dünyasına taşmış bölgesini aydınlığa kavuşturmak; ekonomik sisteme eklemlenmiş/kenetlenmiş (kapasitesi/kalitesi ve hatta algılanması, içinde var olduğu ekonominin gücüne bağımlı) bir mesleğin (alanın) tarifini yapmak, sınırlarını çizmek; sanatçı ve tasarımcı ile endüstriyel tasarımcı arasındaki farklılığı, elden geldiğince gözler önüne serebilmektir.
Kimin veya hangisinin daha iyi olduğu gibi bir iddia taşımayan (böylesi tarafsız, gözleme dayalı ve bilimsel olmaya çalışan bir yazıda, kişisel bir tercih veya tavır sergilemenin elbette ki hoş karşılanmayacağı bilinci ile) bu yazının özel amacı, "bütün insanların tasarımcı ve doğal olarak sanatçı oldukları" ön kabulünün yapılmasına da bir katkıda bulunmaktır. Bu ön kabul/tavrın, "endüstriyel tasarım sanatçılık değildir" ve "eğitimsiz endüstriyel tasarımcılık yapılamaz" iddiasının ispatında meslekdaşlarım için çok önemli olduğuna ve üstelik onları tehlikeli paradokslardan da koruyacağına inanıyorum.
Endüstriyel tasarıma hakkı olan yeri vermek, herşeyden önce, içinde yaşanılan toplumun ve bütün insanlığın, çoğunluğu kendilerini ifade edemeyen doğal sanatçı ve tasarımcılardan oluştuğunu kabul etmek ve onlara hakları olan, en çok beğenecekleri "en güzel/en ergonomik/en ucuz..." ürünleri sunabilmektir.
Özlem (Yan) Devrim
Endüstri Ürünleri Tasarımcısı
Marmara Üniversitesi, 1997
Bu makale Bileşim Yayıncılık, Fuarcılık ve Tanıtım Hizmetleri A.Ş.'ye ait Makinatek Dergisinin Ekim 2005 tarihli 96.ncı sayısında yayınlanmıştır.